Yolculuklar, dönüşler ve alınan yaralara dair…


Ruhumuzun neye ihtiyacı varsa ellerimiz ona uzanıyor galiba. Biz farketmesek de sorularımızın yanıtlarını çoğu kez tıpkı bir mıknatısın çekimi gibi kendimize çekiyoruz. Bu, belki aklın içinde dönüp duran girdaplardan yorulmakla belki de yanıtını çılgınlar gibi arayıp durduğumuz soruların ağırlığından bükülen bellerimizle ilgilidir kimbilir…

Bir cumartesi öğle sonrasında elime aldığım kitabın kapağını kapayıp bunları düşündüm şaşırarak. Aslında o kitap bambaşka şeyleri anlatıyordu ya ben ondan sadece ihtiyacım olanları alıyor, kelimeleri kasdedildiği anlamdan ziyade bambaşka bir boyuta çekiyor kendi elimle şekillendiriyordum. Karışmış aklıma, üzgün ve kayıplardan muzdarip ruhuma başkalarının kelimeleriyle merhem sürüyordum. Ece Temelkuran konuşuyor ben yatışıyordum. Yeni bir umut buluyordum sözcüklerde, başka bir bakış açısı, üzerime üzerime gelen hayata karşı bir tür meydan okuma… Ve daha önce akıl edemediğim pek çok şey…

Ece Temelkuran elbette bambaşka bir fikirle almıştı kalemi kağıdı eline ve şunları yazmıştı Caracas’da Hotel Tamanoco’daki odasında: “Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı da yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulmazsın aslında.” [1]

Bir zaman çıktığım o yolu düşündüm. Ve sonunda örselenmiş bir ruhla geri dönüşümü. Elimde kalan yanılsamaları bir de… Hepsi ve herşey, olan bitenler boşuna çıkılmış bir yolculuğun hikayesi gibiydi. En fenası boşuna oluşuydu. Kaybedilen zaman, dağılıp gitmiş hayaller ve bir daha nasıl kendine geleceğini bilemeyen kaybolup gitmiş bir ruh…

Onun kelimelerini okuyana kadar böyleydi geçmişi anımsamak. Üzgün ve kızgın bir zaman yolculuğuydu. Fakat o kelimeler, sanki gözlerine yeni bambaşka bir göz takılmış gibi hissettiren o kelimeler, şimdi o yolculuğun boşuna olmadığının kanıtıydılar. Öyle ya ne diyordu: “Yolculuk bir düşmek kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir.”

Gitmiş ve yaralarla dönmüştüm. En azından yola çıkma cesaretim vardı. Göze almıştım yaralanmayı. Ve o yaralara şimdi ağlamak niyeydi? Yolu hiç görmeden ölmektense yola çıkıp yaralarla dönmek elbette yeğdi. O çok güvenli hayat sahiplerinden biri olmamıştım hiç. Kendi ruhlarını korumak adına yola çıkmayanlardan ve yaşadıkları hayata hayat diyenlerden olmamıştım. Kimseyi yolda bırakmamıştım ve kimsenin yolunu tıkamamıştım. Kimseye yalan söylememiştim. O kocaman yalanlarla başka biri olmaya çalışmamıştım ki? Kusursuz muydum? Değildim elbette. Hatalar, günahlar insan içindi ve ben de az çok payımı almıştım bunlardan. Ama kim söyleyebilirdi kendisini aşılmaz cehennem çukurlarına yolladığımı?

Ben yoldan yaralar ama açık bir alınla dönmüştüm. Sorular ve cevaplarla da… Yorgun varmıştım evimin kapısına. Uzun zaman gözlerimi kırpmadan tavana bakmıştım. Herşeyin ve herkesin yalan olduğuna inanmıştım. Ve işin garibi vazgeçmiştim yeni yollar ve yolculuklardan…

Uzun bir zaman önceydi tüm bunlar. O zaman dünyanın çıkılan yolculuklar, alınan yaralar, yaraları iyi eden kelimeler ve insanlar olduğunu bilmeden önce… Dedim ya uzun zaman önceydi tüm bunlar… Yeni yollara çıkacak cesaretimi yeniden bulmadan çok önce…

[1]Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita- Ece Temelkuran
Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/1739485/

Hayati tehlike

Siyah bir şahinin içinde bol tozlu bir yolda ilerliyoruz. Şoför aniden frene basıyor. Ön cam ve ben burun buruna geliyoruz. O tozlu yoldan kıvrılarak yaklaşık 1,5 metrelik bir yılan geçiyor. Siyah ve tüyler ürpertici. Güzel mi korkunç mu karar vermek zor ama gerçekten tüyler ürpertici. “Bu dağ başında bu korkunç yaratıkla bir başıma kalmış olsam ne yapardım?” diye geçiyor aklımdan.

İnsan korktuğunda can havliyle kaçar mı yoksa dizlerinin bağı mı çözülür? Ya ben? Ben ne yapardım? Hiç böyle hayati bir tehlikeyle burun buruna gelmedim ki? 34 yıl yaşayıp da hayatının tehlikeye girmiş olmaması ne büyük bir şans.

Ya bundan sonra? Bu şanslı 34 yıldan sonra? Kalp krizi, kanser, tarfik kazası, akrep ve yılanlar, yüksekten düşmek? Hangisi ya da hangileri? Yoksa hiçbiri mi?

Bunu şimdiden bilmemek en iyisi? Beklemeli ve görmeli…