OKURLAR İKİYE AYRILIR…

Okurlar ikiye ayrılır;

1- aynı anda bir kaç kitabı birden okuyanlar
2-bir kitabı, başka kitaplara gözleri bile kaymadan, sonuna kadar istikrarla okuyanlar.

Ne yazık ki ben asla ikinci gruptan olamadım. Ne yazık ki diyorum; çünkü eğer öyle olsaydım o zaman okuduğum kitabın içine başka kitaplardan karakterler katmaz, kitabı yazarın yazdığı haliyle okurdum. Oysa şimdi herşey zaman zaman birbirine karışıyor. Zaman zaman ise, ki bunu nasıl yaptığım benim için bile bir muamma, o karmaşadan akla hayale gelmedik bir öykü meydana çıkıyor. Bu bir marifet mi? elbette değil. Bu sadece gözü doymaz okurun bir kitabı eline aldığında gözünün başka bir kitaba kayması, elinde olanla yetinmeyi bilmeyecek kadar beceriksiz oluşu. Ya da şöyle diyelim ruh hali sürekli değişen okurun okuyacaklarını bu hallere göre belirleme zorunluluğu duyması nedeniyle bir kaç kitabı baş ucunda tutması.

Bazen şöyle düşündüğüm olur; “mesela bir adadasın ya da bir yerde kapalı kalmışsın. Sana oyalanman için tek bir kitap vermişler. Mesela şu kitabı. Al ve baştan sona oku. Sürekli “ay bunu da okuyayım, şunu mu okusam önce” diyerek şaşkın şaşkın bir o kitabı bir bu kitabı karıştırmanın anlamı nedir?” Ama okur-ruhum nuh der peygamber demez yine bir kucak kitabı indirir kitaplıktan bir ona dalar bir buna. Ve merak ederim benim gibi okurlar var mı diye?

Her odada bir kitabı olanları duymuştum. Yemek yerken bir kitabı, yatağında başka bir kitabı, ofisinde bir başkasını ve otobüste bir diğerini okuyanları. Ama benimkisi bu tür birşey değil. Benimkisi tamamen ruh haline göre belirlenen birşey. Bir an gelip Tomris Uyar’ın güncesini sanki onun çekmecesinden gizlice almışım gibi bir suçluluk duygusuyla okumak isterken başka bir an Yusuf Atılgan’ın hala aklımın almadığı nefis bir üslupla yazdığı öykülere dalmak isteyebilirim. Bir zaman sonra, hani kentte olmaktan çok sıkıldığım, şehrin üstüme üstüme geldiği zamanlarda Thoreau’nun Walden Gölü maceralarını sanki ağzımda hiç bitmesin istediğim bir şeker varmışcasına okurken bundan yirmi dakika sonra Tanrı ile Dostluğunu anlatan Walsch’un öyküsünü okumak isteyebilirim. İşin tuhafı tüm bunlar arasında garip bir şekilde de bağlantı olur ya da ben bu bağlantıları uydurabilirim. Ve daha sonra oturup şu an okumakta olduğum bu bir grup kitabın tesadüf eseri mi bu grubu oluşturduğunu yoksa aslında beni bunlara çeken görünmez mıknatısların mı bulunduğunu sorarım kendime.

Tüm bunların sebebi odaklanma sorunu olabilir. Aklın sürekli başka çiçeklere konan bir arıya benzemesi de olabilir. Tüm bunlar belki de binlerce kitap olan bir dünyada ömrün ancak onların pek ama pek azını okumaya yeteceğinin akılda sinsi bir kitle gibi yer etmiş olmasındandır. Kimbilir?

Sahi siz hangi gruptansınız?

RESİM: İman Maleki

İNSANLAR, KİTAPLAR VE ÖNYARGILAR

-Aaaaa bunu mu okuyorsun?

-Evet, ne oldu ki?

-Yani… Ne bileyim senin gibi biri…

-Ne demek benim gibi biri?

-Yani sen iyi kitaplar okursun da…

-Peki sen bu elimdeki kitabı okudun mu? Önce bunu sorayım.

-Hayır tabi ki okumadım.

-Tabi ki okumadın? Yani doğal olarak senin bu kitabı okuman düşünülemez, öyle mi? Peki neden?

-Eeee şey…

-Dur ben söyleyeyim. Çünkü, bu kitap herkesin elinde olan, çok satanlar listelerinde bulunan bir kitap. Çünkü eğer bu kitabı okursan kendini o koca kalabalığa dahil olmuş hissedeceksin. Çünkü ancak basit, kolay okunan kitaplar çok satanlar listelerinde olur ve herkesin anlayabildiği herkesin okuyabildiği bir kitabı okuyor olmak senin aklındaki “ben farklıyım” inancına zarar verir. Doğru mu?

– Eh bir bakıma evet. Ben tepki duyuyorum o çok satanlar listesinde bulunan kitaplara. Hiç okumak istemiyorum onları. Bir nevi önyargı belki ama ne yapayım ki öyle.

-Peki en azından şunu merak etmiyor musun; bu insanları bu kitaba çeken nedir?

-Hayır. Tam aksine bu kadar insan bunu baş tacı ediyorsa okunmaya değmez, zaman kaybı olur ancak diye düşünüyorum.

-En azından kitapçılarda şöyle bir göz de mi atmıyorsun? Hatta bazı internet sitelerinde kitabın ilk on sayfasını okuma imkanın var, onlara da mı bakmıyorsun?

-Hayır.

-Peki ya aralarında gerçekten iyi olanlar varsa ve sen o iyi kitabı ıskalıyorsan?

-Bilmem hiç böyle düşünmedim. Daha doğrusu onların arasında ıskaladığıma üzüleceğim bir kitap olacağını sanmıyorum.

-Peki benim bu kitabı okuyor olmama neden şaşırdın?

-Çünkü senin de benim gibi olduğunu düşündüm.

-Yanlış düşünmüşsün. Birincisi benim ne kadar meraklı olduğumu göz ardı etmişsin. İkincisi listeleri ya da pek çok insanın elinde olmasının okuyacağım kitapları seçerken bir kriter olmadığını.

-Ne yani sen bu çok satanlar listesindeki kitapların hepsini okur musun?

-Hepsini okumam belki ama en azından içeriklerine bakarım. Ben meraklı bir kediyim.

-Hımmm…

-Sence de biraz haksızlık etmiş olmuyor musun onlara? Bu, tıpkı bir insanın dış görünüşüne bakıp ya da diğer insanların onun hakkında söylediklerinden yola çıkıp, onu tanımak için bir şans vermemek gibi. Gerçi şansı vermediğin kim? Ya sen onu tanımak şansından mahrum bırakıyorsan kendini? Ve aynı şey kitaplar için de geçerli. Ya sen o kitabı okumak keyfinden mahrum bırakıyorsan kendini?

-Evet bu doğru olabilir.

-Bence kitaplara önyargı ile yaklaşmamak lazım. Çünkü ruh hallerimiz değişiyor ve buna bağlı olarak neyi okumayı istediğimiz de. Ben mesela bu ara aklımı günlük düşüncelerden uzak tutacak birşeyler okumaya ihtiyaç duyuyorum. Olaya odaklanıp sonunu merak edeceğim kitaplar. Ve şu an bunu okumak o yüzden bana iyi geliyor.

-Sanırım anlıyorum. Evet kabul ediyorum bu konuda önyargılıyım. Hatta sadece o kitaplara değil onları okuyanlara da. Bunun üzerinde biraz düşünsem iyi olacak.

-Peki o halde. Daha sonra yeniden konuşalım bu konuyu. Anlaştık mı?

-Anlaştık. Şu kitabı versene bir bakayım ne hakkındaymış.

-Bak bakalım. Ama ilk bir kaç sayfasını okuyup elimden alma, sonunu merak ediyorum.

-Benim de bu ara, aklımı günlük düşüncelerden uzak tutacak birşeyler okumaya ihtiyaç duyduğum düşünülürse kitabına el koyabilirim.

RESİM: Carl Larsson

KİTAPLAR, YAZARLAR VE ÇOCUKLAR…

Kristensenn bana bir mail attı. Öğrencilerine hangi yazarları okuduklarını sormuş, çocuklardan çıt çıkmamış. Sonra bir tanesini kaldırmış ve sorusunu yinelemiş. Çocuk kitap okuduğunu fakat yazarların adlarını telaffuz edemediği için soruya yanıt vermediğini söylemiş. Diğer çocuklar da aynı durumda olduklarını söyleyince Kristensenn’in aklına bunu bir proje olarak yapmak gelmiş. “Bunu kim yapar?” diye düşünürken bana yazdı. “Elbette seve seve” dedim. Bütün bunların sonucunda Kristensenn, Sera, Ludmilla, Özlem ve ben aşağıdaki listeyi hazırladık.

A
Agatha Cristie (Agata Kristi)
Albert Camus (Alber Kamü)
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (Aleksandır Sergeyeviç Puşkin)
Alexander Dumas (Aleksandır Düma)
Andre Gide (Andre Jid)
Antoine de Saint-Exupéry (Antuan dö Sen Ekzüperi)
Anton Çehov (Anton Çehov)
Arthur Schopenhauer (Artur Şopınauer)
B
Bernard Shaw (Bernard Şov)
Bertolt Brecht (Bertold Breht)
Boris Vian (Boris Vian)
C
Carlos Fuentes (Karlos fuentes)
Carlo Collodi (Karlo Kolodi)
Cesare Pavese (Çesare Pavese)
Charles Baudelaire (Şarl Bodler)
Charles Bukowski (Çarlz Bukovski)
Charles Dickens (Çarlz Dikınz)
Chuck Palahniuk (Çak Palanik)
D
Daniel Defoe (Denyıl Dıfo)
Dean Koontz (Diin Kuntz)
Doris Lessing (Doris Lesing)
E
Edgar Allan Poe (Edgır Elın Po)
Émile Zola (Emil Zola)
Emily Bronte (Emili Bront)
Ernest Hemingway (Örnıst Hemingvey)
F
Franz Kafka (Franz Kafka)
Friedrich Wilhelm Nietzsche (Frederik Wilhelm Niçe)
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (Fiyodor Mihayloviç Dostoyevski)
G
Gabriel García Márquez (Gabriel Garsia Markez)
George Orwell (Corc Orvıl)
Georges Perec (Corc Perek)
Gogol (Gogol)
Gustave Flaubert (Güstav Flober)
H
Hermann Hesse (Herman Hesse)
Homeros (Homeros)
Honoré de Balzac (Onöre Dö Balzak)
I
Ian McEwan (İyın MakYüwın)
Iris Murdoch (Ayris Mördak)
Irvin Yalom (Örvin Yaloom)
Isabel Allende (İsabel Ayende)
Italo Calvino (İtalyo Kalvino)
İvan Sergeyeviç Turgenyev (İvan Sergeyeviç Turgenyev)
J
Jack London (Cek Landın)
James Joyce (Ceymis Coys)
Jane Austen (Ceyn Ostin)
Jean Baudrillard (Jan Bodriyar)
Jean-Jacques Rousseau (Jan Jak Russo)
J(erome) D(avid) Salinger (Cerom Deyvid Selingır)
Jerzy Kosinski (Cezri Kozinski)
Johann Wolfgang Goethe (Yohan Volfgang Göte)
John Fante (Con Fante)
John Fowles (Can Fovles)
John Kennedy Tool (Con Kenedy Tuul)
John Steinbeck (Con Ştaynbek)
Jorge Amado (Horhe Amado)
Jorge Luis Borges (Horhe Luiz Borhes )
Jose Mauro De Vasconcelos (Hoze Mare De Vaskonselos)
Jose Saramago (Hoze Saramago)
Joseph Conrad (Cosef Konrad)
J.R.R. Tolkien (Cey Ar Ar Tolkiyın)
Jules Vernes (Jül Vern)
Julio Cortázar (Hulyo Kortazar)
K
Katherine Mansfield (Ketrin Mensfiyıld)
Kurt Vonnegut (Kört Vonegut)
L
Lev Nikolayeviç Tolstoy (Lev Nikolayeviç Tolstoy)
Lewis Carroll (Luiz Kerıl)
Louis Aragon (Lui Aragon)
M
Maksim Gorki (Maksim Gorki)
Marcel Proust (Marsel Prust)
Mark Twain (Mark Tveyn)
Miguel de Cervantes (Migel De Servantes)
N
Nick Hornby (Nik Hornbi )
O
Oscar Wilde (Oskır Vayld)
P
Paul Auster (Pol Austır)
Paul Verlaine (Pol Verlen)
Pablo Neruda (Pablo Neruda)
Patrick Süskind (Patrik Züskind)
R
Ray Bradbury (Rey Bredböry)
Roald Dahl (Rold Dol)
S
Samuel Beckett (Semyıl Beket)
Sylvia Plath (Silviya Pilat)
Stefan Zweig (Ştefan Zvayg)
Stendhal (Stendal)
Stephane Mallarme (Stefan Malarme)
Stephen King (Stivın King)
Susana Tamaro (Suzanna Tamaro)
T
Thomas Bernhard (Tamıs Berhard)
Toni Morrison (Toni Morisın)
T(homas) S(tearns) Eliot (Tamıs Störns Elyıt)
Thomas Mann (Tomas Man)/
U
Ursula LeGuin (Ursula Löguin)
V
Victor Hugo (Viktor Ügo)
Vladimir Nabokov (Viladimir Nabokov)
Virginia Woolf (Virjinya Volf)
Vladimir Mayakovski (Viladimir Mayakovski)
W
William Faulkner (Vilyım Folknır)
William Shakespeare (Vilyım Şekspir)
Z
Zadie Smith (Zedi Smit)
Fotoğraf: guardian.co.uk

KİTAP ÜZERİNE…

Aldığım ilk kitabı anımsamıyorum. Şimdi o kitabı elime alıp “ilk göz ağrım” diyebilmek için anımsıyor olmayı dilerdim. Ama o vakitler kitapların hayatımda bunca yeri olacağını kestiremediğimden olsa gerek üzerine not düşmeyi ihmal etmiş olmalıyım.

İlk zamanlar, yani ilk kitaplarımı aldığımda onlara “aman ciltleri bozulmasın, aman sayfaları kırışmasın” diye yaklaşıyor kitaplarımı insanlara verirken temkinli davranıyordum. İnsanlar kitapları çalmayı seviyorlardı ya da kitaplara pek saygı duymuyorlardı. Verdiğim kitapların üzerinde çoğu zaman kahve lekeleri oluyor, sayfaların arasından sigara külleri ya da bisküvi kırıntıları çıkıyor ve bütün bunlar beni çıldırtıyordu.

Herşey nasıl zamanla değişiyorsa, benim kitaplarla olan ilişkim de zaman içinde değişti. Sayfaları kırışmasın diye parmaklarımın ucuyla çevirdiğim kitapların sayfalarını çizerek, kenarlarına notlar alarak okumaya başladım. Bir paragraf okuyor boşluk kısımlarına kendi düşüncelerimi yazıyordum. Sevdiğim cümlelerin altını çiziyor, bilmediğim kelimeleri daire içine alıyor, yanlış kurulmuş bir cümleyi dikdörtgen bir çerçeve içine hapsediyordum. “Senin bu kitaplara hiç saygın yok mu?” diyenlere verilecek cevabım da vardı elbet. “Ben onlara saygı duyduğum için onları böyle okuyorum.” diyordum. Yalan değildi. Kitap anlaşılmak üzere vardı ve ben de onu anlaşılır kılabilmek için yazıp çiziyordum. Ne de olsa her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardı. Benim ki de buydu…

Elbette başkalarının kitaplarına bunları yapmıyordum. Bunları yapamayacağımı bildiğim için de kimseden kitap almıyordum. Sonuç olarak ev neredeyse küçük bir kütüphaneye döndü. Çünkü, çoğu kez içimdeki dürtüye karşı koyamıyor alıyor da alıyordum. Hepsini okuyup bitirmiş miydim? Elbette hayır. Ne hepsini okuyacak zamanım oluyordu ne de zaten acarlığını çoktan yitirmiş gözlerim uzun uzadıya okumama izin veriyordu. Hoş her iki koşul da sağlanmış olsa bu kadar kitabı okumaya ömrüm yeter miydi? Duyduğuma göre dünya tarihi boyunca yazılmış kitapların listesini okumaya bile bir insanın ömrü asla yetmezmiş.

Artık eskisi gibi ne bulursa okuyan biri olmaktan çoktan çıkmıştım. Zor beğenen, o kitap için ruhunun uygun anını kollayan biri olmuştum. Bir kitabın içine girmem o kadar da kolay olmuyordu. Çünkü kitapların bir zamanı vardı bana göre. Mesela bir ayrılık acısı yaşamışken aşk öyküsü okumaya tahammül edemiyordum. Ya da aklım karmakarışıkken beni derinliğe çekecek cümlelerle başa çıkamıyordum. Bu yüzden de ruh halime en uygun kitabı bulana kadar yirmi sayfa birinden elli sayfa birinden okuyup duruyordum. Önceleri bu yüzden, yani kitapları yarım bıraktığım için, vicdan azabı çekiyordum. Şimdi ise böyle bir azabı taşımıyorum. Biliyorum ki; şimdi burun kıvırdığım, içimi daraltan kitabı daha sonra okuyacak ve şöyle diyeceğim: “Ben nasıl bunu sıkıcı bulmuşum?” Hep böyle olur. Önemli olan doğru zamanda doğru kitabı okumaktır.En azından benim için bu böyle.

Sonuç olarak şimdi tıklım tıkış kütüphaneme bakarken onlarla ilişkimin zaman içinde nasıl da değişmiş olduğunu farkediyorum. Artık kendime saklamıyorum onları. Kitaplarımı çalanlara kızmak bir yana sempati duyuyorum. Okumaya meraklı olup da onlara hayranlıkla bakanlara içlerinden kendi seçtiklerini armağan ediyorum. Kitapları ödünç alıp geri getirdiklerinde üzerlerindeki kahve ya da çay lekeleri, içlerinden çıkan kırıntılar da beni çıldırtmıyor artık. Onlara bakıp okuyanın izlerini sürmeyi seviyorum. Nasıl insanların yolladığı mektuplar, onlardan gelen armağanlar daha sonra anı niyetine saklanıyorlarsa ben de o izleri saklıyor ve onlara bakmayı seviyorum.

Bundan sonra, yani gelecek yıllarda kitaplarla olan ilişkim nasıl olur bunu şimdiden bilemiyorum ama onlardan hayat boyu vazgeçemeyeceğimi adım gibi biliyorum…

IGNATIUS’UN LANETİ

Tam olarak on iki saat sonra, daha fazla dayanamadığım için ve hafızamın inadına yenildiğim için kitaplığın kapağını açtım ve kitabı buldum. Alıklar Birliği. Yazarı John Kennedy Toole.

Şöyle başladı;
“Artık uyumalıyım” dedim kendi kendime. Göz iflas etmişti çünkü. Zihin hala “oku oku, izle izle” diye tepinirken göz “yeter artık kapatıyoruz.” deyince “tamam” dedim “artık uyku vakti.” Dedim ya zihin nedense yorulmamıştı. Yatağa girer girmez o muzip oyunlarına başladı. “Hatırlıyor musun?” dedi “bir kitap okumuştun. Komik bir kahramanı vardı. Adı neydi onun?” Elbette hatırlamıyordum. Adamı hatırlıyordum. Şapkasından göbeğine hatta bıyığına kadar ama ne kitabın adını ne onu yazanı ne de o komik adamı ne diye çağırdıklarını. “Dene” dedi zihin. Hatırlamayacağımı ve hatırlamak için kendimi paralayacağımı bildiği için o sinirbozucu kahkahayı boşluğa salmayı da ihmal etmedi elbette. El mi yaman bey mi yaman diyerek başladım hatırlamaya çalışmaya. Zihnime “hadi ordan” diyerek yatağımdan kalkıp kitaplıktan kitabı bulabilirdim elbette ama ben de inatçının tekiydim. Üstelik bu iyi bir alıştırma olabilirdi hafızayı güçlü tutmak için. Başladım elimdeki verileri bir bir sayıp dökmeye; “Hani üzerinde çok hoş bir resim vardı. Bir adamın başı ve bir şarap şişesi. Adamın gözü boşluk gibiydi. Üzgün bir yüzü ve görkemli bir burnu vardı. O resmin üzerinde ne yazıyordu? Hadi yapabilirsin hatırla. Tek kelime miydi yoksa iki mi? Sanırım tek. Yok olmayacak. Yazarın üç adı vardı. Evet. Hani hüzünlü bir hikayesi var. O intihar etmiş ve annesi bastırmış kitabı. Yoksa o başka biri miydi? Hayır hayır bu o. Gelmiş geçmiş en iyi kitaplardan demişlerdi ve sen de okuyunca kesinlikle doğru söylemişler demiştin. Tamam bu da mı olmadı? O zaman o komik kahramanı anımsamayı dene. Onu çok sevmiştin. Tam bir kaçıktı. Herhangi bir işte uzun süre çalışamıyordu hani. Hatta bir sözü vardı. Şöyle bir şey miydi: “Şimdi işe gitmek gibi…. karşı karşıyaydı.” Peki o cümlenin tam ortasındaki kelime neydi? Delilik mi? Saçmalık? Hayır değil. Tanrım. Hayır hatırlayamıyorum.”

Ben öfkeden dişlerimi sıkarken zihin bacak bacak üzerine atmış memnuniyetle gülümsüyor. Bu “sana söylemiştim, hatırlayamazsın” ifadesine kızıyorum. Şu gece vakti uğraştığım saçmalığa ise daha da çok. Dakikalar boyu düşünüyor ve sonunda pes ediyorum. Kendi kendime “başka birşeyler düşünürsem o isimler birden aklıma gelir” diyorum. Yok bütün düşünceler bir şekilde yine o dört soruya bağlanıyor. Kitabın adı ne, yazarın adı ne, kahramanın adı ne ve o anımsadığın cümlenin ortasındaki kelime ne? Yine dakikalar geçiyor. Hayır imkansız. Düşüncelerimi başka bir yere yönlendiriyorum yine. Ve ne zaman bilmiyorum ama uykuya dalıyorum.

Sabah uyandığımda herşey buhar olup uçmuş oluyor. Kahvaltı, gazeteler falan filan derken pat diye aklıma üşüşüyor sorular. En iyisi kitaplığın kapağını açmak diyorum ve birden tüm cevaplar ellerimin içine düşüyor. Kitabın adı: Alıklar Birliği Yazan: John Kennedy Toole. Kahramanın adı:İgnatius. Anımsanamayan cümle: “Şimdi işe gitmek gibi bir sapkınlıkla karşı karşıyaydı.”

Muhtemelen İgnatius’un lanetiydi bu. Belki de değildi. Belki herşey benim hafızamın berbatlığından kaynaklanıyordu sadece. Evet. Öyleydi.

Resim: http://www.xerop.com