“Biliyor musun onun hakkında şöyle şöyle diyorlar hatta böyle böyle olduğunu söyleyenler bile var?” Kaşları şaşkınlığını anlatan biçimde havaya kalkmış. Belli ki duydukları, anlatırken bile kendisini şaşırtmaya devam ediyor.”Kimler diyor bunları?” diyorum. Yüzünden söylemekle söylememek arası kararsız bir ifade geçiyor. Gülümsüyorum; “Hayır” diyorum “söyleme. Benim öğrenmek istediğim bu lafların kimlerin ağzından çıktığı değil. Benim varmak istediğim nokta başka bir yer.” Merakla bakıyor yüzüme.
“Sen” diyorum “tüm bu anlattıklarını gözlerinle gördün mü?” Başını iki yana sallayarak “hayır” diyor. “Ve görmediğin birşeyi bana anlatıyorsun. Ben bunları gidip bir başkasına anlatacağım ve o da bir diğerine.” “Ama” diye karşı çıkıyor “kesinlik kullanmadım ki kurduğum cümlelerde. Bir başkasından duyduğumu belirttim.” Bunun ne önemi var ki dercesine yüzüne bakıyorum. Susuyoruz.
“İlk olarak” diyorum “bir başkasının özel hayatı beni ilgilendirmiyor. Ve bunu çok saçma buluyorum. Birileri senin hayatın üzerine konuşsa senin hoşuna gider miydi?” Birşey demiyor. Demesine de gerek yok. Sorum o sessizlikte yanıtını zaten buluyor. “Ve herkesin yorumundan geçmiş cümlelerle, bir başkasına dair bir fikre sahip olmak istemiyorum. Herkes gördüğü ya da duyduğunu kendisine göre yorumlar öyle değil mi?” Başını sallıyor. “Sana” diyorum “küçük bir hikaye anlatacağım.”
Uzun zaman önce ben tam bir kapıdan girmek üzereyken daha doğrusu tam kapıyı çalmak üzereyken içeriden gelen seslerde adımın geçmesi üzerine kapıyı çalmaktan vazgeçtim. Bilirsin insan yüzüne söylenene değil de arkasından denilene itimat eder. İçerideki insanlar arkadaşlarımdı. Ve bir tanesinin ağzından olumsuz cümleler çıkıyordu. Bir yanım “kapıyı aç gir içeriye ve hadlerini bildir” dedi bir yanım ise “çek git.” Ben ikinci yolu seçtim. Çekip gittim. Ve o insanlara bu konuda tek kelime etmedim. Ama eskisi gibi davranamadım da. Hiç bir zaman anlayamadılar neden öyle davrandığımı. Evet haksızlık etmiştim söylememekle ama bu konuyu yeniden açıp yeniden deşmek istemiyordum. Çünkü hayal kırıklığı, güvensizlik ve kırgınlık karışımı bir duygu aklımı bulandırmıştı. Çok zaman geçti ve daha sonra o zaman o odada olan ve bu olayların hiç birinden haberi bile olmayan bir arkadaşımdan şunları dinledim. “O gün orada senden çok söz ettik. Hatta X senin hakkında en ufak kötü birşey duysa asla ve asla inanmayacağını söyledi. Dedi ki; “onun hakkında şöyle şöyle şeyler söyleseler böyle böyle şeyler söyleseler bile asla inanmam. Sana öyle çok güveniyor, seni öyle seviyor ki.” O an anladım ki ben onun sadece hakkımda söylense bile asla inanmayacağı o olumsuz cümle örneklerini duymuş ve bunu onun kendi düşünceleri sanmıştım. Tıpkı filmlerdeki gibi değil mi? Hani filmlerde kapı önünde durana bağırmak isteriz ya “dur hemen gitme gerisini dinle. Yanlış anlıyorsun.” demek isteriz ya. Eğer benim içinde bulunduğum durum bir film sahnesi olsaydı emin ol insanlar bana “dur biraz daha dinle. Gerçeği öğreneceksin.” diye bağırmak isterlerdi. Ve bu aptallık yüzünden neredeyse en yakın arkadaşlarımdan birini kaybetme noktasına gelmiştim.
Şimdi söyle bana; bazen gözlerimizle gördüklerimiz, kulaklarımızla duyduklarımız bile aslında gerçeği yansıtmazken bir başkasının duydukları ve gördüklerine itimat etmek ne kadar doğru?
RESİM: Norman Rockwell